Tabağınızdaki Sıranın Sağlığınıza Etkisi: Karbonhidratı En Sona Bırakmak

Elit Hastanesi hekimi ve Anti-Aging ve Metabolik Tıp Fellow'u Dr. Ahmet Özyiğit Gündem Kıbrıs Gazetesi için yazdı...

Akşam yemeğinde önünüzde duran tabağa bakın. Çorba, salata, tavuk, pilav, ekmek… Hangisine önce uzanırsınız? Belki çocukluğunuzdan gelen bir alışkanlıkla ekmekle başlarsınız, belki salatayla. Fark etmez diye düşünürsünüz. Nasıl olsa kalori kaloridir. Oysa bilim diyor ki: fark eder. Hem de sandığınızdan çok daha fazla.

Günlük beslenme üzerine yapılan tartışmalar genellikle “ne kadar yediğimiz” üzerinden döner. Kalori hesabı yapılır, yağ oranına bakılır, karbonhidrat miktarı tartışılır. Fakat son yıllarda ortaya çıkan ilginç bir bulgu, sadece ne yediğimizin değil, hangi sırayla yediğimizin de metabolik sağlık üzerinde önemli etkileri olduğunu gösteriyor. Özellikle kan şekeri dengesi, sindirim süreci ve karbonhidrat yükü açısından, tabağınızdaki sıralama sandığınızdan daha kritik.

Belli bir süre açlık sonrası kandaki şeker (glukoz) ve insülin seviyeleri oldukça bazal seviyelerde olur. Örneğin şöyle düşünebiliriz: Gece boyunca bir şey yemediğimizde bağırsaklardan yeni şeker (glukoz) gelmez. Vücudumuz kan şekerini, karaciğerin yavaş yavaş saldığı küçük miktarlarla sabit tutar. Bu sırada insülin de düşüktür, çünkü yemek sonrası değiliz. Yani şeker ve insülin “bazal” seviyelerine iner. Bu yüzdendir ki şeker dengesini ve insülin direncini doğru görmek için kan testini sabahları, en az 7–8 saatlik açlıktan sonra alırız. Böylece yediklerimiz ve içtiklerimiz vücudun normal 'bazal' ölçümünü yanıltmaz.

Bu bazal durum hem geceden sabaha, hem de uzun süre aç kalınan durumlar için geçerlidir. Uzun süren açlığın hemen ardından öğünlere yüksek glisemik endeksi olan karbonhidratla başlamak keskin bir şeker geçişi yaratır ve belirgin glukoz ile insülin dalgalanmalarına zemin hazırlar.

Bu tür karbonhidratları öğünde ilk sırada tükettiğinizde, vücuda birdenbire yüksek miktarda glukoz girer. Kan şekeri hızla yükselir, pankreas yoğun bir şekilde insülin salgılar. Kısa bir süre sonra kan şekeri aynı hızla düşer ve yeniden açlık hissi ortaya çıkar. Bu iniş çıkış döngüsü yalnızca diyabet riskini artırmakla kalmaz, uzun vadede enerji dengesini ve metabolik sağlığı da zedeler.

Daha da önemlisi, bu döngü zamanla beslenme davranışlarını da etkileyebilir. Sürekli dalgalanan şeker seviyeleri kişide sık yeme isteği, tatlıya yönelme ve kontrolsüz atıştırma eğilimi yaratabilir. Başlangıçta masum görünen bu davranış, ilerleyen dönemlerde yeme bozukluklarına zemin hazırlayabilir. Yani yalnızca biyolojik bir mesele değil, aynı zamanda psikolojik bir kısır döngüye dönüşme potansiyeli taşır.

Dolayısıyla, öğün sırasına dikkat etmek sadece kan şekeri dengesini korumak için değil, aynı zamanda sağlıklı bir yeme alışkanlığını sürdürebilmek için de kritik bir rol oynar. Protein ve lif açısından zengin gıdaları önce, karbonhidratları ise daha sonraya bırakmak hem glisemik yanıtı yavaşlatır hem de yeme davranışlarını daha dengeli bir çizgide tutmaya yardımcı olur.

Lifli sebzeler öğünün perde arkasındaki sessiz kahramanları gibidir. Lifli sebzeler de aslında komplex karbonhidrat grubuna dahildir. Normalde karbonhidrat dediğimiz zaman aklımıza ilk ekmek, makarna gibi yüksek glisemik endeksli olanlar gelir. Fakat sebzeler ve baklagiller de komplex karbonhidrat grubuna üyedir. Aradaki fark, nişasta ve lif içeriklerindeki farklar sayesinde daha düşük glisemik endekse sahip olmalarıdır. Yani aslında vücudumuzun ihtiyacı olan karbonhidratları aslında bizler sebzelerden, salatalardan ve balagillerden bolca alabiliyoruz. Ömür boyu ekmek, makarna ve pilav tüketmesek bile bunların eksiklikerlini hissetmeyiz hatta bilakis daha sağlıklı oluruz.

Lifli sebzeler midede hacim kaplayarak hem doygunluk hissini artırırlar hem de midenin bağırsaklara boşalma hızını yavaşlatırlar. Bu yavaşlama, adeta bir “trafik ışığı” görevi görür; besinlerin kana kontrollü bir şekilde karışmasını sağlar. Yani bir anda şekerinizin yükselmesi yerine, şeker düzeyinizin yavaş yavaş ve kontrollü bir biçimde artmasını sağlar. Ardından yenecek olan proteinler ise yalnızca kas yapımı için değil, aynı zamanda sindirim sisteminden beyne giden güçlü sinyaller için de kritik rol oynar. Mide ve ince bağırsaktan salgılanan GLP-1 ve PYY gibi hormonlar sayesinde beyne “tokum” mesajı ulaşır. Bu tokluk mesajını sadece proteinler salgılatmaz ama proteinler bu sinyallerin diğer besinlere göre daha fazla salgılanmasını sağlarlar.

En sonunda daha yüksek glisemik endeksi olan karbonhidratlar devreye girer. Fakat lif ve proteinlerin açtığı bu dengeli zemin sayesinde bu tür karbonhidratların kana karışması aceleye gelmez. Glukozun daha yavaş yükselmesi, insülinin kontrollü salgılanmasına, şekerin hücrelere daha dengeli dağılmasına ve gün boyu süren daha istikrarlı bir enerji akışına yol açar. Böylece öğünden sonra hissedilen ani rehavet veya kısa sürede geri dönen açlık ihtimali oldukça azalır.

New York’taki Weill Cornell Medical College’de yürütülen bir araştırma, öğün sırasının etkisini net bir şekilde ortaya koymuştur. Tip 2 diyabetli bireyler üzerinde yapılan bu çalışmada aynı öğün iki farklı şekilde tüketilmiştir: bir grup insana karbonhidratlar en başta, diğer grupta ise en sonda verilmiştir. Sonuçlar oldukça çarpıcıdır: Karbonhidratların en sona bırakıldığı durumda yemekten sonraki ilk saatte kan şekeri düzeyleri yaklaşık %37, ikinci saatte ise yaklaşık %17 daha düşük seyretmiştir. Üstelik insülin düzeylerinde de benzer bir düşüş gözlenmiştir (Aronne ve ark., 2015). Yalnızca öğün sırasının değiştirilmesi bile metabolik yanıtı olumlu yönde değiştirmiştir. Bu çalışmanın bize gösterdiği şey, radikal değişiklikler yapmadan, ufak beslenme değişikliklerinin bile sağlığımıza olumlu katkıları olabileceğidir. Bu küçük adımlar, git gide daha sağlıklı bir birey olmamızın önünü açacaktır.

Benzer sonuçlar farklı araştırmalarda da doğrulanmıştır. Massachusetts’te yürütülen bir çalışmada, karbonhidratların öğünün en sonunda tüketilmesi hem obez bireylerde hem de sağlıklı kişilerde kan şekeri dalgalanmalarını azalttığı gösterilmiştir (Shukla ve ark., 2017). Japonya’da yapılan bir başka araştırmada ise, hızlı yemek yeme eğiliminde olan kişilerde bile öğüne sebze ve proteinle başlanmasının kan şekeri kontrolünü belirgin şekilde iyileştirdiği bulunmuştur (Imai ve ark., 2023). Gebelikte görülen gestasyonel diyabet açısından da benzer bulgular dikkat çekmektedir. Anne ve bebek sağlığı için kan şekeri dengesinin korunması kritik olduğundan, 2024 yılında yayımlanan bir çalışmada gebelere “önce sebze, sonra protein, en sonda karbonhidrat” sıralaması önerildiğinde insülin direncinde ve glukoz değerlerinde anlamlı iyileşmeler saptanmıştır (Murugesan ve ark., 2024).

Bu tür bulguları sadece yemekten sonra şeker kontrolü sağlamak olarak görmemek lazım. Bunun bizlere çok daha kapsamlı bir geri dönüşü olacaktır. Yemek sırasını değiştirmek yalnızca yemekten sonraki birkaç saat için değil, uzun vadeli sağlık için de güçlü etkiler doğurabilir. Kan şekeri dalgalanmalarının azalması, pankreasın insülin üretim yükünü hafifletir. Bu da zamanla insülin direnci gelişme riskini azaltır ve tip 2 diyabetin önlenmesine katkı sağlar. Son yıllarda giderek artan bulgular, düzenli kan şekeri kontrolünün sadece diyabet riskini azaltmakla kalmadığını; obezite, hipertansiyon ve hatta bilişsel sağlık açısından da koruyucu bir çerçeve sunduğunu gösteriyor. Özellikle glisemik dalgalanmaların (yemek sonrası ani yükseliş ve düşüşlerin) azaltılması; oksidatif stres, endotelyal disfonksiyon ve inflamatuvar yanıtını sınırlayarak damar sağlığını destekliyor (Ceriello et al., 2008; Monnier et al., 2006; Hirakawa et al., 2014). Bu, zaman içinde hem kalp ve damar hastalıklarının hem de ölüm riskinin azalmasıyla ilişkilendiriliyor (Zhou et al., 2019).

Beyin hücreleri başlıca enerji kaynağı olarak glukoza bağımlı olduğu için, glisemik değişkenlik bilişsel işlevler üzerinde de etkilidir. Gerek diyabeti olan gerekse olmayan bireylerde dalgalı glukoz seviyeleri; bilişsel gerileme ve demans riskinde artışla ilişkilendiriliyor (Crane et al., 2013; Rawlings et al., 2014). Daha istikrarlı bir glisemik profil ise dikkat, yürütücü işlevler ve bellek üzerinde daha elverişli bir zemin sağlayabiliyor (Kerti et al., 2013). Yani tabağınızdaki sıraya dikkat etmek ve bunu alışkanlık haline getirmek, yalnızca anlık tokluk hissini ve şeker düzeylerini değil, yıllar içindeki metabolik ve nörokognitif yaşlanma hızını da olumlu etkileyebilir.

Özetle: “sebze → protein → yüksek glisemik endeksli karbonhidrat” sıralamasıyla sağlanan daha sakin glisemik yanıt, pankreasın yükünü azaltır, damar ve beyin dokusunda stres/inflamasyon döngülerini yatıştırır; bu da uzun vadede kardiyometabolik ve bilişsel açıdan koruyucu bir zemin yaratır.

Tabii burada altı çizilmesi gereken nokta şu: Sıralama, kötü karbonhidrat tercihlerini masum hale getirmez. Eğer önce salata yiyip ardından sınırsız beyaz ekmek tüketirseniz, göreceğiniz fayda oldukça sınırlı olur. En iyi sonuç, sıralamayı düşük glisemik indeksli karbonhidratlarla birleştirmekle alınır. Tam tahıllar, baklagiller, kök sebzeler gibi lifli gıdalar hem daha uzun süre tok tutar hem de kan şekeri üzerinde daha ılımlı etki yapar. Düşük glisemik indeksli beslenme, uzun vadede HbA1c değerlerini azaltır ve insülin duyarlılığını artırır (Linus Pauling Institute, 2022).

Peki bu bilgiyi günlük hayata nasıl aktarabiliriz? Aslında çok basit. Sofraya oturduğunuzda önce salata, haşlanmış zeytinyağlı sebze veya sebze çorbası tüketin. Ardından et, balık, tavuk veya baklagil gibi protein kaynağına geçin. Pilav, makarna, patates, ekmek gibi karbonhidratları en sona bırakın ve miktarlarını da çok kısıtlı tutmaya özen gösterin. Eğer illa ki bu tür yüksek glisemik endeksli karbonhidratlardan kaçamıyorsak, aşağıdaki tablo sizlere hangi tür karbonhidratı tercih edebileceğiniz yönünde bir rehber oluşturabilir:

Kısaca kıyaslamak gerekirse:

Doktorlar kendi bireysel iletişimleriyle hastaneye cihaz kazandırıyor İçeriği Görüntüle

· Beyaz ekmek, beyaz pirinç, patates püresi → Glisemik indeksi çok yüksek olan karbonhidrat grubudur. Saf glukoz kadar hızlı kan şekerini yükseltebilir. Bunlardan ne kadar kaçınabilirseniz ve az tüketirseniz o kadar kardır.

· Makarna (özellikle al dente pişmiş) → Glisemik indeksi beyaz ekmeğe göre daha düşüktür ve kan şekerini daha yavaş yükseltir. Sebze ve proteinden sonra az miktarlarda tüketildiği zaman ciddi bir sorun yaratmayacaktır.

· Bulgur → Lif oranı yüksek, GI değeri pirinçten daha düşüktür. Daha sağlıklı bir karbonhidrat kaynağıdır. Sebze ve proteinden sonra tüketildiği zaman diğer alternatiflere oranla oldukça daha sağlıklı bir seçim olacaktır.

· Tam buğday ekmeği, esmer pirinç → Lif ve mikronutrient içeriği sayesinde daha yavaş emilir ve kan şekerini daha yavaş yükseltir. İlla ekmek tüketimi arzulanıyorsa, tam buğday düşünülebilir.

Üstelik bu stratejiye ek olarak yemekleri yavaş yavaş, bolca çiğneyerek tüketmek, etkiyi daha da güçlendirir. Çünkü hızlı yemek, glukozu daha hızlı yükseltir.

Sonuçta yemek sırası, diyetin göz ardı edilmiş bir boyutunu temsil eder. Çoğumuz ne yediğimize odaklanırız; oysa nasıl ve hangi sırayla yediğimiz de en az bunun kadar önemli olabilir. Basit bir değişiklikle yani sebze ve proteinleri öne alıp yüksek glisemik endeksli karbonhidratları hem sona bırakarak, hem de miktarlarını kısıtlı tutarak, kan şekeri dalgalanmalarını azaltmak, sindirimi dengelemek ve karbonhidrat yükünü sınırlamak mümkün olabilir. Bu strateji ne pahalı bir tedavi gerektiriyor ne de zor bir diyet programı. Tabağınızdaki sırayı değiştirmek, sağlıklı bir yaşam için atabileceğiniz en basit ama etkili adımlardan biri olabilir.

Sağlıklı günler dileklerimle,Dr. Ahmet Özyiğit

Benzer Videolar