BU MEMLEKET BİZİM MİŞ MİŞ MİŞ
Sıradan bir gündü. Girne’ye gitmek için yola çıktım. Sıcak bir yandan , trafik karmaşası bir yandan, bir de magandaların trafikteki dehşet saçan sürüşü insanı gerçekten hem yoruyor, hem de çileden çıkarıyor. Girne’ye adım atar atmaz buradaki trafik, Lefkoşa’dakinden beş beter. Soldan araç geçip sağa yönelen mi istersiniz, orta çizgiyi aşıp sizin şeridinizi ihlal edenler mi istersiniz, paketçilerden sizi neredeyse sürünerek yarıp geçen sürücüler mi istersiniz, mikrofonda bas bas konuşup ses kirliliği yaratanlar mı istersiniz, ya cıstak cıstak kulak tırmalayan rock, hip pop şarkılarının volyumunu sonuna kadar açanlara ne demeli, bir de şu peçeliler var ya, ne sağa bakıp, ne sola bakıp dümdüz yola atılanlar……
Yazarken bile yoruldum. Neyse, sağ salim anneme varıp, onu da alıp bir yerlere çıktık. Öncesinde, Kaşgar Court’un o civarları bir dolaşalım dedik. Adamlar denizin göbeğine kadar girip yuvalanmışlar adeta. İnşaatlar gırla, apartmanlar sıra sıra dizilmiş, neredeyse nefes alacak boşluk yok. Denizin rengi, maviden yosun yeşiline dönmüş, acayip bir çirkef kokusu etrafa yayılmış durumda. Nasıl kaçacağımızı bilemedik. Daracık yollarda sağlı solu arabalar park etmiş. Karşıdan gelen bir Porsche araç, yol hakkımı kesip, illa "önce ben geçeceğim" diyor.
Baktım, içindekiler yirmili yaşlarda, belli şımarık zengin çocuğu züppesi, yol verdim. Dalaşmaya gelmez, bunlar arabadan inip, bıçak bile çekerler insana. Daha sonra güzel bir restorada öğle yemeği yedik. Önceden gitmişliğimiz vardı. Bahçesi çok güzel çiçeklerle donatılmıştır. Annem de çiçek meraklısı biri olarak, bu bahçeyi çok sevmişti. Sık sık gittiğimiz bir mekandı. Ancak, bu kez bahçede oturacak bir durum yoktu.
Öğle saatleriydi ve sıcaklık 40 dereceyi bulmuştu. İç mekana geçtip oturduk. Restoran sahibi klimayı yaktım az sonra içerisinin havası değişir dedi. Yemeğin sonuna doğru burçak burçak ter dökmeye başladım. Yerimden kalkıp buzluk tipi klimanın önüne gittim. Bir de ne göreyim klima çalışmıyor. Garsonlardan bir tanesi hareketlerimi izliyordu. Döndüm ve ona dedim ki “utanmıyor musunuz yalan söylemeye, hani klimayı çalıştırmıştınız?” Bana “Hemen çalıştırayım” deyince, iyice tepem attı. “İstemez sıcağın içinde bizi yemek yemeğe mecbur bıraktınız. Kan ter içinde yemek yedik sayenizde” diyerek hesabı ödedik ve çıktık.
Bu zamanda işletme sahibi olmak zor tabi, elektrik faturaları el yakıyor. Lakin, bu işi bile isteye siz tercih ettiniz. Doğru düzgün iş yapmayacaksanız kapatın dükkanı. “Müşteri veli nimettir” sözünü belli ki hiç duymamış, ya da dikkate almamış. Sonrasında kılı kırk yararak o trafiğin içinde evin yolunu tuttuk. Evimize çok yakın bir kafede, de bir kahve molası verdik.
İçeride mis gibi bir hava vardı, sıcağı hiç hissetmedik. Annem her zamanki pastasından yiyerek mutlu oldu. Ben de onu gezdirmekten mutlu oldum. Lakin eve döndüğümde aklımda deli sorular beni bir türlü rahat bırakmadı. Bu memleket bizim mi? Bu memlekette trafikte can ve mal güvenliğimiz hiç yok. Her yer kiralık araç ve üçüncü ülke vatandaşları ile dolup taşmakta. Girne, Girne’likten çıktı, betonarme bir şehir oldu. Burada da her yerde olduğu gibi orijinal Kıbrıslı görmek mümkün değil. Her yer rengarenk ve çok kültürlü olmuş vaziyette. Yeşile hasret, mavinin dönüşümünden rahatsız bir toplum olup çıktık. Dahası, artık kimsenin kimseyi tanıyamadığı, kimsenin kimseye saygısı ve hoşgörüsünün olmadığı bir eksenin içerisinde dönüp dolaşır olduk. Vah ki ne vah!!! Vesselam.